M G H U K U K

Yükleniyor

Sıkça Sorulan Sorular

Ana Sayfa Sıkça Sorulan Sorular
Sıkça Sorulan Sorular

İstanbul Kadıköy Avukatları cevapladı!

Güveni kötüye kullanma suçu, Türk Ceza Kanunu’nun 155. maddesinde düzenlendiğini söylemiştik. Suçun cezası, işlenen şekline göre değişiklik gösterebilir. İşte belirli durumlarda Güveni Kötüye Kullanma Suçunun cezası:

Basit Güveni Kötüye Kullanma Suçu (TCK md. 155/1): Bu durumda ceza, 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası ve adli para cezasıdır.

Nitelikli Güveni Kötüye Kullanma Suçları (TCK md. 155/2): Hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma, meslek veya sanat nedeniyle emniyeti suistimal, ticaret sebebiyle güveni kötüye kullanma, başkasının mallarını yönetmek yetkisi çerçevesinde tevdi ve teslim edilen mallar ile ilgili emniyeti suistimal gibi durumlar nitelikli suçlar olarak kabul edilir. Bu durumda ceza, 1 yıldan 7 yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adli para cezasıdır.

Etkin Pişmanlık Durumu (TCK md. 168): Eğer suç işleyen kişi suç işlendikten sonra pişmanlık gösterir ve zararı giderirse ceza miktarında indirim yapılabilir. Bu durumda hapis cezası üçte iki oranına kadar azaltılabilir.

Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması: Sanık, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumundan faydalanabilir. Bu durumda ceza, belirli bir süre sonunda hüküm sonuçlanmaz ve sanık o süre zarfında belirli koşullara uyarsa ceza düşebilir.

Adli Para Cezasına Çevirme ve Erteleme: Hapis cezası adli para cezasına çevrilebilir veya ceza ertelenebilir.

Bu cezalar, suçun işlenme şekli ve durumuna göre değişkenlik gösterebilir. Ayrıca, suçun işlenmesiyle ortaya çıkan zarar da ceza miktarını etkileyebilir. Olaya özgü olarak daha sağlıklı bilgi almak MG Hukuk Ceza Avukatı kadrosuna ulaşabilirsiniz.

İlamsız icra takibine itiraz etme hakkı, borçlunun icra takibi sürecinde karşılaştığı bir durumdur. İtiraz hakkı, borçlunun icra dairesi tarafından kendisine tebliğ edilen belgeye karşı, belirli sebeplerle itiraz etme ve bu itirazı ilgili mercilere bildirme yetkisini içerir. İlamsız icra takibine itiraz süreci genellikle şu adımları içerecektir:

  • İtiraz Hakkı Bildirimi: Borçlu, icra dairesinden kendisine tebliğ edilen ödeme emrine veya tahliye emrine karşı belirli sebeplerle itiraz etme hakkına sahiptir. Bu itiraz hakkını kullanmak isteyen borçlu, belirli bir süre içerisinde (genellikle tebliğ tarihinden itibaren 7 gün) icra dairesine yazılı olarak itirazını bildirmelidir.
  • İtirazın Gerekçesi: Borçlu, itirazında gerekçelerini detaylı bir şekilde belirtmelidir. Örneğin, ödeme emrinde veya tahliye emrinde yer alan borç miktarının yanlış hesaplandığını veya tahliye talebinin hukuki dayanağının bulunmadığını iddia edebilir.
  • İtirazın İncelenmesi: İcra dairesi, borçlunun itirazını aldıktan sonra gerekli incelemeleri yapar. İtirazın geçerli olduğuna kanaat getirilirse, takip durur ve ilgili mercilere bildirilir.
  • Takibin Devam Etmesi: İtirazın reddedilmesi veya süresi içerisinde yapılmaması durumunda, takip devam eder ve ilgili icra işlemleri yürütülür.
  • Mahkemeye Başvuru: İtirazın reddedilmesi veya borçlunun itirazı kabul edilmezse, alacaklı ilgili mercilere başvurarak itirazının kaldırılmasını ve durumun yeniden değerlendirilmesini talep edebilir. Bu süreç genellikle icra mahkemesi nezdinde gerçekleşir.

İlamsız icra takibine itiraz süresi, borçluya tebliğ edilen belgenin alındığı tarihten itibaren 7 gün olarak belirlenmiştir. Bu süre içinde borçlu, icra takibine itiraz etmek için ilgili icra müdürlüğüne başvurmalıdır. Eğer borçlu bu süre içinde ne borcunu öder ne de itirazda bulunursa, icra müdürlüğü tarafından kendisine bir mal beyanı yapması için bildirimde bulunulur. Mal beyanında bulunma yükümlülüğü, borçlunun elindeki veya üzerindeki mal varlığını açıklamasını gerektirir. İlamsız icra takibinde borçlu, ödeme emrine itiraz etmez ve borcunu ödemezse, icra takibi kesinleşir. Bu durumda alacaklı, mahkemeye gitmeden doğrudan hacze başvurabilir ve borçlunun mal varlığını haczeder.

Yürütmenin durdurulması kararı, idari yargıda belirli şartlar altında alınan bir karardır. Bu kararın alınabilmesi için belirli prosedürler ve koşullar bulunmaktadır. Yürütmenin durdurulması kararı nasıl alınır sorusuna dair ana unsurlar şunlardır:

Dava Açılması: Yürütmenin durdurulması kararı, genellikle bir idari işlemin yargıya taşınmasıyla başlar. Bir kişi veya kuruluş, hukuka aykırı olduğunu düşündüğü bir idari işleme karşı dava açar.

Zararın Telafisi Güç veya İmkânsız Olmalı: Yürütmenin durdurulması için ilk şart, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğmasıdır. Mahkeme, bu zararın gerçekten ortaya çıkması veya ortaya çıkma olasılığını değerlendirir.

Hukuka Aykırılık: İdari işlemin açıkça hukuka aykırı olması, yürütmenin durdurulması için ikinci bir temel şarttır. Mahkeme, idari işlemin hukuka uygunluğunu değerlendirir ve açık bir hukuka aykırılık varsa bu şart sağlanmış olur.

Savunma ve Gerekçe: Mahkeme veya Danıştay, yürütmenin durdurulması kararı vermeden önce davalı idarenin savunmasını alır. Ayrıca, kararın gerekçesini belirterek, idari işlemin neden hukuka aykırı olduğunu ve uygulanması halinde hangi telafi edilemez zararların doğacağını açıklar.

İstinaf ve Temyiz: Yerel mahkeme tarafından verilen yürütmenin durdurulması kararlarına karşı, tarafların veya idarenin temyiz veya istinaf başvurusu yapma hakkı vardır. Bu başvurular, daha üst mahkemelerde incelenir.

Teminat: Yürütmenin durdurulması kararı genellikle teminat karşılığında verilir. Ancak mahkeme, durumun özelliklerine bağlı olarak teminat aranmamasına da karar verebilir.

İtiraz ve Kararın Kesinleşmesi: Yürütmenin durdurulması kararına karşı itiraz hakkı tanınmıştır. Ancak bu itirazlar sonuçlandıktan sonra verilen karar kesinleşir ve yürütmenin durdurulması kararı uygulanır.

Bu süreç, genel olarak idari yargılama sürecinin bir parçasıdır ve yargı organları, her bir durumu dikkatlice inceleyerek adil ve hukuki bir karar vermeye çalışırlar. Tüm bu süreci yönetirken bir avukatın desteği elzem olacaktır. Kadıköy hukuk bürosu MG Hukuk olarak müvekkillerimize Yürütmenin Durdurulmasına ilişkin hukuki danışmanlık ve avukatlık hizmeti vermekteyiz.

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu madde 329 uyarınca, anonim şirketin bir veya birden çok kişi tarafından kurulabileceği ifade edilir. Anonim şirket en az bir kişi tarafından kurulabilir ve bu tüzel ya da gerçek kişi olabilir. Ayrıca en fazla 500 ortak ile anonim şirket türü kurulabilmektedir. Ortak sayısı 500’ü geçerse Sermaye Piyasası Kurulu yönetmeliklerine tabi olunur.

Kimler Anonim Şirket Kurabilir?

Anonim şirket kurucusunun gerçek bir kişi olma zorunluluğu yoktur. Tüzel kişiler de anonim şirket kurulabilir, gerçek kişiler gibi hissedar veya ortak olabilir. Bunun yanında yabancı uyruklu kişiler de anonim şirket kurabilir ve ortak olabilirler.

Şirketler hukuku hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için bu makalemizi okuyabilir veya bize ulaşarak hukuki danışmanlık ve avukatlık hizmeti alabilirsiniz. MG Hukuk olarak müvekkillerimize anonim şirket yönetim kuruluna dair yönelik hukuki danışmanlık ve avukatlık hizmeti vermekteyiz.

Takipsizlik kararı, kanundaki adıyla kovuşturmaya yer olmadığı kararı (kısaca KYOK), bir suç isnadıyla başlatılan hukuki sürecin belirli aşamalarından sonra, suç isnadının yeterli delile dayanmadığı veya başka hukuki sebeplerle devam ettirilemeyeceği kararıdır. Bu karar, genellikle savcılık tarafından verilir ve suç isnadıyla ilgili soruşturmanın veya kovuşturmanın sonlandırılmasını ifade eder.

Bir suç isnadıyla ilgili olarak takipsizlik kararı alınabilir çeşitli durumlar bulunmaktadır. Öncelikle, suç isnadının desteklenmesi için yeterli delil bulunmaması durumu söz konusu olabilir. Delil yetersizliği, suçun ciddiyetine ve delillerin gücüne bağlı olarak değerlendirilir. Suç isnadını destekleyecek güçlü ve inandırıcı deliller bulunmazsa, savcılık KYOK kararı verebilir. Ayrıca, belirli suçlar için yasal bir zaman aşımı süresi bulunmaktadır. Eğer suç isnadıyla ilgili dava açılmazsa, zaman aşımı durumu ortaya çıkabilir ve bu durumda da takipsizlik kararı verilebilir. Mağdurun şikayetinden vazgeçmesi veya şikayetini geri çekmesi, özellikle özel şikâyete tabi suçlarda takipsizlik kararının alınmasına neden olabilir. Bu durumda, suç isnadına ilişkin olarak mağdurun talebinin olmaması, kamu davası açılmasına engel teşkil edebilir.

Konut dokunulmazlığının ihlali suçunun cezası Türk Ceza Kanunu’nun 116. maddesinde belirtilmiştir. Bu maddeye göre:

Rıza dışı girme veya rıza ile girildikten sonra çıkmama durumu:

Bir kimsenin konutuna, konutunun eklentilerine rızasına aykırı olarak giren veya rıza ile girdikten sonra buradan çıkmayan kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

İşyerleri ve eklentileri için:

Birinci fıkra kapsamına giren fiillerin, açık bir rızaya gerek duyulmaksızın girilmesi mutat olan yerler dışında kalan işyerleri ve eklentileri hakkında işlenmesi halinde, mağdurun şikâyeti üzerine altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

Ortak kullanılan yerlerde rıza bulunması durumu:

Evlilik birliğinde aile bireylerinden ya da konutun veya işyerinin birden fazla kişi tarafından ortak kullanılması durumunda, bu kişilerden birinin rızası varsa, yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanmaz. Ancak bunun için rıza açıklamasının meşru bir amaca yönelik olması gerekir.

Yani, konut dokunulmazlığının ihlali suçu işlendiğinde ceza, altı aydan başlayarak iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası olarak belirlenir. Ancak işlenen fiilin işyerleri veya eklentiler için geçerli olması halinde ceza altı aydan başlayarak bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası olabilir. Ayrıca, ortak kullanılan yerlerde birinin rızası varsa ve bu rıza meşru bir amaç için verilmişse, suçtan dolayı ceza verilmez.

Konut Dokunulmazlığının İhlali Suçuna Teşebbüs ve Etkin Pişmanlık:

Konut dokunulmazlığını ihlal suçu açısından etkin pişmanlık hükümleri veya ceza indirimi gerektiren özel bir düzenleme kanunda mevcut değildir. Bu nedenle bu suçlarda etkin pişmanlık hükümleri uygulanamaz.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 2. maddesine göre, tapu iptal ve tescil davalarında genel görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemeleridir. Ancak, bazı istisnai durumlar söz konusudur. Örneğin, ticari ilişkiden kaynaklanan davalarda Asliye Ticaret Mahkemeleri, tüketici ilişkisinden kaynaklanan davalar ise Tüketici Mahkemelerinde görülebilir.

Davaya konu olan taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi, yetkili mahkemedir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na göre, yetkili mahkeme olan taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkili mahkemedir. Taraflar yetki sözleşmesi ile başka bir mahkemeyi yetkili mahkeme olarak belirleyemezler. Yetki meselesi dava şartıdır ve muhakemenin her aşamasında yetkisizlik ileri sürülebilir.

Yaşlılık nedeniyle vasi tayini, bir kişinin yaşlılık durumu nedeniyle kendi işlerini yönetme yeteneğini kaybettiği durumlarda başvurulan bir hukuki süreçtir. Yaşlılık nedeniyle vesayet talep eden aileler ve çocuklar için bu durumun önemli hukuki sonuçları vardır. Türk hukuk sisteminde, bu süreç Türk Medeni Kanunu’nda düzenlenmiştir. İşte yaşlılık nedeniyle vasi tayini ile ilgili hukuki detaylar ve yasal maddeler:

  1. Vasi Tayini İçin Başvuru Süreci: Vesayet başvurusu genellikle mahkemeye yapılır. Başvuruda, vesayet altına alınacak kişinin sağlık durumu, yaşlılık nedeniyle yaşadığı güçlükler ve vesayetin gerekliliği gibi bilgiler yer alır.
  2. Yasal Temsil İhtiyacı: Türk Medeni Kanunu’nun 429. maddesi, kişinin kendi işlerini yönetme yeteneğinin olmaması durumunda, haklarının ve menfaatlerinin korunması amacıyla vesayet atanabileceğini belirtir.
  3. Hekim Raporu: Yaşlılık nedeniyle vasi tayini için genellikle bir hekim raporu gereklidir. Bu rapor, kişinin zihinsel veya fiziksel sağlık durumunu değerlendirir ve vesayetin gerekliliğini belirtir.
  4. Yargılama ve Karar: Mahkeme, başvuruyu değerlendirir ve vesayetin uygun olup olmadığına karar verir. Mahkeme, vesayetin gerekli olduğuna karar verirse, uygun bir vasi atanır.
  5. Vasi Tayini İçin Yetkili Mahkeme: Türk Medeni Kanunu’nun 431. maddesi, vasi tayini için yetkili mahkemenin vesayet altındaki kişinin yerleşim yerindeki asliye hukuk mahkemesi olduğunu belirtir.
  6. Vasi Tayini Sonrası Dikkat Edilmesi Gerekenler: Vasi tayini sonrasında, vasi atanmış kişi vesayet altındaki kişinin çıkarlarını gözetmelidir. Vasi, vesayet altındaki kişinin mal varlığını yönetmek, sağlık kararları almak ve hukuki işlemleri gerçekleştirmekle sorumludur.
  7. Vasilik Sürecinin Sona Ermesi: Türk Medeni Kanunu’nun 444. maddesi, vasilik sürecinin sona ermesi durumlarını düzenler. Vasilik, mahkeme kararıyla, vesayet altındaki kişinin kendi işlerini yönetme yeteneğine kavuştuğu veya diğer belirli durumlar nedeniyle sona erer.

Marka hakkının ihlali durumunda, marka sahibine çeşitli hukuki yollarla başvurarak hakkını koruma imkânı tanınmıştır. Bu genellikle mahkemeye başvurarak gerçekleşen bir süreçtir. Ayrıca, marka hakkının ihlali cezai sorumluluğu da beraberinde getirebilir. Marka hakkının ihlalinde açılacak dava ve cezai sorumluluk hakkında şunları söyleyebiliriz:

Marka Hakkının İhlalinde Açılacak Davalar:

  1. İhtiyati Tedbir ve Haciz Davası: Marka hakkının ihlali durumunda, marka sahibi, mahkemeden ihtiyati tedbir veya haciz kararı talep edebilir. Bu, ihlalin hemen durdurulması veya ihlal eden varlıkların koruma altına alınması için başvurulan bir hukuki yoludur.
  2. Tazminat Davası: Marka hakkının ihlali sonucunda marka sahibi, maddi ve manevi zararlarının tazminini talep edebilir. Tazminat davası, marka ihlali nedeniyle doğan zararların giderilmesini amaçlar.
  3. Tespit Davası: Marka sahibi, marka hakkının ihlal edildiğini mahkemeden tespit ettirmek için marka hakkına tecavüzün tespiti davası açabilir. Bu, gelecekteki ihlallerin önlenmesine yönelik bir koruma sağlar. Aktif takip edilmesi gereken bir süreçtir.
  4. Marka İhlali Nedeniyle Mal Varlığına El Konulması Davası: İhlal eden tarafın elinde bulunan marka sahibine ait mal varlığına ilişkin taleplerin yerine getirilmesi için bu tür bir dava açılabilir.

Evet, bir birey veya hasta yakını, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından karşılanmayan kanser ilacı için hukuki süreç başlatarak SGK aleyhine dava açabilir.

Öncelikle, hasta veya hasta yakınları, kanser ilacının bedelinin SGK tarafından karşılanması amacıyla başvuruda bulunurlar. Ancak, bu başvuru reddedilirse veya istenilen sonuca ulaşılamazsa, hukuki yollar başvurulabilir. Hasta veya hasta yakınları, bu noktada hukuki danışmanlık almalıdır. Konuyla ilgili uzman bir avukatın rehberliği, dava sürecinin daha etkili bir şekilde yönetilmesine yardımcı olabilir.

Daha sonra, hasta veya hasta yakınları, avukatları aracılığıyla SGK aleyhine dava açarlar. Dava dosyasında, ilacın kullanılmasının zorunlu olduğunu, alternatif tedavilerin uygun olmadığını, tedavinin başarı şansını ve hastanın durumunu belgelendiren raporlar, reçeteler ve diğer resmi belgeler sunulur. Mahkeme, dosyayı inceleyerek hastanın durumunu ve ilacın kullanımının gerekliliğini değerlendirir. İlaç bedelinin tedavi sürecince SGK tarafından karşılanması talebinin haklılığına göre bir karar verir. Dava sürecinde, hastanın tedavi süreci boyunca ilacın bedellerinin SGK tarafından karşılanması için ihtiyati tedbir talebinde bulunulabilir. Mahkeme kararı olumlu sonuçlanırsa, tedavi süresince ilaç bedellerinin SGK tarafından karşılanmasını sağlar.

Ancak, dava süreci karmaşık olabilir ve başarı şansını artırmak için uzman bir hukuk danışmanından destek almak önemlidir. MG Hukuk olarak müvekkillerimize SGK Kanser İlacı Davası sürecine ilişkin hukuki danışmanlık ve avukatlık hizmeti vermekteyiz.